ALTERNATİF TIP UYGULAMALARI

CİLDİNİZİ YAZA HAZIRLAYIN

Yaz mevsimi yaklaştığında rahat giysileri kullanım için hazırlanmaya, tatil planlarımız için gazetelerdeki tatil köylerini gözden geçirmeye başlıyoruz.

Sohbetlerimize artık tatil konusu ilave olmaya başlıyor, kimler geçen tatilde ne yapmışlar, izlenimlerimiz önemli, çünkü gelecek haftalarda yaz tatili planı için karar verilmiş olacak. Şüphesiz ki nasıl bir tatil yapacağımızın kararını verirken, geçen yazın keyiflerini düşündüğümüz kadar olumsuzluklarını da düşünüp gelecek planımızı daha sağlıklı yapmak arzusundayız.

Tatil yapanların çok büyük bir bölümü yaz tatilinde güneş ve kum anlayışını tercih ederken, az bir kısmı doğa, kültür, tarih, dalgıçlık, dağcılık, doğa yürüyüşleri gibi aktivitelerle dolu tatil anlayışını tercih etmekteler. Ülkemizin vazgeçilmez güneşi, deniz sularının temizliği ve içeriğindeki zengin mineral, plankton ve organik bileşenlerin yüksekliği, oksijenden zengin eşsiz iklimlerimiz, yaz mevsimindeki doğal beslenme kaynaklarının zenginliği dikkate alındığında tabi ki bizler bu avantajları yaşamadan edemiyoruz. Her yıl yaz mevsiminin eşsiz avantajlarını yaşamış olarak tatilimizi tamamlarken, yorgunlukları bırakıp içimizde yenilenmiş bir enerji ile yaşamımıza geri döneriz. Her şey hoş, güzel ancak cildimizde gördüğümüz hoşumuza gitmeyen şeyleri de tatil sonrası yaşamımıza kattığımızı görürüz.

Yaz tatilinde cildimizi neler bekliyor…

Saçlar renklerinin koyu olması itibarı ile güneş ışınlarının daha çok emerler ve güneş hasarının olumsuzluklarını da en fazla yaşarlar. Güneşe maruz kaldıkça saçların protein yapısı bozulmaya başlar ve saçlar yavaş yavaş nemini kaybeder. Ardından saçlarımız matlaşmaya, incelmeye, yatıklaşmaya, birbirine dolaşmaya, kırılmaya ve dökülmeye başlar.

Işığın tahrip edici etkisine karşı derin dokuları korumaya çalışan cildimiz güneşin yıpratıcı gücüne karşı koyamaz hale gelir. İçerisindeki kollajen, elastin ve benzeri proteinler ile nemini yavaş yavaş yitirmeye başlayarak kurur, elastikiyetini kaybederek sarkmaya başlar. Güneş içerisindeki ultraviyole ışınları cildin tabakalarını aşarak derinlere ulaştığında ise cildimiz ışığın derinlere ulaşmasını engellemek amacıyla hemen kendi savunma yöntemlerini oluşturmaya başlar. Işıktan korunmaya karşı cildin savunma yöntemleri ciltteki koyulaşma, çillenme veya lekelenme, kılcal damarlarda belirginleşme, ciltte pürüzlenme oluşturan ölü hücre tabakasında kalınlaşma sayılabilir.

Dünya sağlık örgütü insanların cilt kanserlerinin artması nedeniyle cildin ışıktan korunmasının önemini her geçen gün daha fazla vurgulamakta. Cildin aşırı güneş maruziyetlerinde ciltteki pigment üreten hücreleri veya diğer cilt hücrelerinin üremelerindeki kontrolsüz gelişmeler cilt kanserleri olarak adlandırılan, yaşamı tehdit eden sonuçlar doğurabilmekte.

Güneşte cildimizi bekleyen tehlikeleri azaltabilir miyiz…

Güneşe maruz kalacaksak mutlaka önceden bazı önlemler alarak güneşin cildimizdeki ve eklerindeki yıpratıcı etkilerini asgariye indirmek mümkün olabilir. Cildin protein ve nem kapasitesini artırıcı terapilerin yaz öncesi uygulanmasında büyük yarar var. Özellikle meyve asitleriyle yapılacak hafif peelingler, cildin ışığa karşı duyarlılığını artırmayan yumuşak lazer uygulamaları, cildin yaşamsal fonksiyonlarını gençleşme lehine geliştiren ses dalgalarının oluşturduğu ultrasonoterapiler, cilde çeşitli vitamin, mineral, amino asit, protein, enzimler ve benzeri maddelerin kazandırılmasını sağlayan yöntemlerden faydalanmak mümkün. Özellikle cildin protein yapısını geliştiren en önemli terapi soft lazer terapiler olmakla birlikte 12 ay boyunca güvenle uygulanabilen Nlite V lazer lazer sistemi sayesinde cildin protein içeriğinin bir seansta % 85 oranında artırılabildiği bilimsel olarak kanıtlanmış durumda.

Cildin nem kapasitesini artırıcı bakımlar da son derece önemli.

Küresel ısınma ve ozon tabakasının delinmesi dikkate alındığında güneş ışınlarının cilt üzerindeki yıpratıcı etkilerinin dört mevsim yaşandığını görebiliyoruz. Cildin bakım programının diş fırçalamak gibi bir disiplin içerisinde yapılması gerekiyor. Özellikle parfümsüz, alkolsüz, boya içermeyen ve kimyasal içeriği düşük kozmetiklerin tercih edilmesi son derece önemli. Özellikle protein, mineral ve organik elemanlar, antioksidan vitaminler ( A, C, E vitaminleri ) içeren kozmetiklerin bir disiplin çerçevesinde cilde uygulanması gerekiyor.

Güneş hasarından saçları korumak için bakır desteği…

Bakır saç köklerindeki protein yapımı için olmazsa olmaz bir element. Saç köklerine bakır ulaştırıldığında saçı oluşturan proteinlerin üretimi hızla artmakta ve saçlar diri, canlı, parlak hale gelerek güneşe direnç gösterebilmekte. Aynı zamanda bakır güneş ışınlarına bağlı saç dökülmesine karşıda saçlı deriye destek sağlayabiliyor.

Mutlaka güneş koruyucuların kullanılması da gerekiyor…

Güneş ışınları içerisindeki zararlı ultraviyole ışınları cildimizin ve saçlarımızın hasarlanmasına neden oluyor. Bu ışınların cilt veya saçlar tarafından emilmesini azaltıcı kozmetiklere güneş koruma ürünleri adı veriliyor. Güneş koruma ürünlerinin görevlerini % 100 yapmaları demek ışıktan % 100 korunduğu anlamına gelmiyor. Güneş koruyucunuz ne kadar iyi veya yeterli olursa olsun, koruma ürünlerini yeterince kullanmamıza rağmen mutlaka güneşten korunmaya azami dikkat göstermemiz gerekiyor.

Güneş koruyucuların içeriğindeki filtrelerin çeşitliliği, filtrelerin miktarları ve uygulama sonrasında ne kadar süre ile etkin koruma yapabildikleri son derece önemli. Güneş koruyucularının çok yüksek miktarlarda koruma faktörleri ihtiva etmeleri çok önemli değil. Hatta bazen kullanılan koruyucunun içerisinde yüksek miktarda bulunan koruyucu filtreler kozmetik ürünün kıvamını koyulaştırmakta ve cilde nüfuzunu güçleştirmekte. Hatta cildin gözeneklerini tıkayarak cildin salgılarının dışarıya atılmasını ve solumasını engelleyerek yağlanma, sivilcelenme gibi sorunların ortaya çıkmasına neden olmakta. Gerek koruyucu kozmetikler, gerekse de bakım kozmetiklerinde önemli olan unsur cildin dokusu ile ürünün kıvamının uyuşması, kozmetiklerin cilt tarafından emilebilecek karakterde olması gerekiyor.

Her zaman bol ışıktan mutlaka korunmak gerekiyor…

Amerikan ilaç ve kozmetik dairesince de güneş ışınlarından korunmada etkinliği onaylanmış parsol maddesi artık kozmetik koruyucularda kullanılmaya başlandı. Bununla beraber yapılan bilimsel çalışmalarda ultraviyole ışınlarına karşı yeterli çeşitlilikte güneş koruma filtresi içeren bir kozmetik koruyucudaki koruma faktörlerinin yüzdesi 15 olduğunda cilt ışıktan % 96 oranında korunabilirken, güneş koruma filtrelerinin oranı % 60 a çıkarıldığında ise cilt ışıktan % 98 oranında korunabiliyor. Bu demektir ki en az % 15 SPF ( Sun Protection Factors ) içeren bir güneş koruyucuda eğer tüm ultraviyole ışınlarına karşı koruyucu çeşitlilikte filtreler var ise bu ürünün cilt için kullanılması yeterli olabilir. Ürünün içeriğindeki fitre miktarı arttıkça ürünün kıvamı koyulaşacağından bazen cilt tarafından emilemeyebilir ve cildin sağlığını bozabilir. Yeni jenerasyon koruyucuların artık 2.5 saatte bir yenilenmesi gerekmiyor. Artık yeni koruma faktörleri günde bir defa sürmekle cildi tüm gün koruyabiliyor, 8 – 10 defa su ile temas ettiğinde bile etkin koruma seviyesini koruyabiliyor.

Antioksidanlar ve homeopatik kozmetiklerin kullanımı ihmal edilmemeli….

Güneşi yaşamanın faydalı etkileri de var şüphesiz. Doku ve cilt metabolizmamız canlanıyor, yenilenme hızı artıyor, dolaşım güçleniyor, toksik elemanların uzaklaştırılması hızlanıyor. Ancak bu etkilerin yaşanması için asgari güneş etkisi yeterli olabilir. Güneşe maruziyetin fazlalaştığı durumlarda ise cilt içerisinde serbest radikal adı verilen zararlı maddeler oluşmaya başlar ve bu maddeler cildin yaşamsal biyolojik görevlerini olumsuz yönde etkileyerek güneş hasarına ve yaşlanma etkilerine neden olur. O nedenledir ki bu radikallerin gerek oluşmasını, gerekse de cildin yaşamsal fonksiyonlarının bozulmasını engelleyen Co-enzim Q, Omega 3, A-E-C vitaminleri ve cildin savunma sistemini güçlendiren homeopatik kozmetiklerin kullanılması son derece önemli. Bu elemanların özellikle cilde kozmetik olarak uygulanması daha faydalı, ancak beslenme içeriği ile veya ağızdan destek ürünleriyle bu maddeleri de dokularımıza kazandırmamız mümkün.

KANSERDEN UYUYARAK KORUNUN
Karanlıkta uyumak beynin melatonin hormonu salgılamasını sağlayarak kişiyi kanserden koruyor. Işıkta bu hormon salgılanmadığı için kanser hücreleri daha çabuk gelişiyor. Uzmanlar, "Gece lambası da olsa ışıktan kaçının” uyarısında bulunuyor.

Bulguyu destekleyen Dünya Sağlık Örgütü, gece çalışmayı 'muhtemel kanserojen etkisi bulunanlar' listesine dahil etti. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi ise gece aydınlatmalarının zararlarını anlatmak için hazırladığı raporda melatonin hormonunun önemini vurguluyor.

Raporun önümüzdeki günlerde bütün belediyelere gönderileceğini açıklayan Kanserle Savaş Daire Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer, "Belediyelere, sağlığımız için 'gereksiz aydınlatmayla karanlığımızı kısmayın' çağrısında bulunacağız” dedi. Konuyu görüşmek üzere önümüzdeki hafta Ulusal Kanser Danışma Kurulu toplanacak. Buradan çıkan sonuç bildirgesinde yeterli aydınlanma dışındaki ışığın gece insan sağlığına zararlı olduğu mesajı verilecek.

Şehirlerdeki bilinçsiz gece aydınlatmaları ve bunun insan sağlığı üzerindeki etkilerine yer verilecek. Belediyelerden şehir merkezlerini ayrı, yerleşim yerlerini ayrı aydınlatmaları istenecek. Sokak lambalarının sadece aşağıya ışık vermesi, evlere yansıtılmaması gerektiği aktarılacak. Rapor Enerji Bakanlığı'na da gönderilecek.

Melatonin hormonu saat 23.00 ile 05.00 arasında tam olarak salgılanıyor. Bu saatler arasında karanlıkta uyunduğunda hormon, hücreleri yeniliyor. Bağışık sistemini düzenliyor.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
EKONOMİK KRİZ RUH SAĞLIĞINI ETKİLİYOR


İşini kaybedenlerde, çalışan bireylere göre 2 kat daha fazla depresyon gözlenmekte olduğu belirtildi.

Türkiye Psikiyatri Derneği Dış İlişkiler Sekreteri Uzman Dr. Halis Ulaş, dünya genelinde yaşanan ekonomik krizin, ruh sağlığını tehdit ettiğini belirterek, "İşini kaybedenlerde, çalışan bireylere göre 2 kat daha fazla depresyon gözlenmektedir" dedi.

Ulaş, yaptığı açıklamada, ekonomik krizin, hem işverenlerde hem çalışanlarda hem de işsizlerde ruhsal problemlere yol açabileceğini söyledi.

1980 sonrasında dünya genelinde birçok ülkede ekonomik krizler yaşandığını anımsatan Ulaş, 1992–1993’de Avrupa Para krizi, 1994–1995’te Latin Amerika krizi, 1997–1998’de Güney Doğu Asya krizi, 1998’de Rusya krizi, 1999’da Brezilya ve 2002’de Arjantin krizleri olduğunu, Türkiye’de de özellikle 1980, 1994, 2001 ve 2004 ekonomik krizlerinin ülke ekonomisini ve özellikle sosyo-ekonomik düzeyi düşük kesimleri olumsuz etkilediğini bildirdi.

Ulaş, Güney Doğu Asya krizinin ardından Kore, Tayvan ve Endonezya’da, Türkiye’de de 2001 krizi sonrasında işsizlik ve yoksulluk oranlarında artış saptandığını dile getirerek, şunları kaydetti: "Dünya Bankasının 2003 yılı raporlarına göre Türkiye’de 2000’in 3. çeyreğinde işsizlik oranı yüzde 5.63 iken, 2002’nin 1. çeyreğinde bu oran yüzde 11.76’ya yükselmiştir.

İşsizliğin artışına paralel olarak 2001 krizi sonrasında kişi başına düşen gelir de önemli ölçüde azalmıştır. 2000’de kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) 3 bin 95 ABD doları iken, 2001’de 2 bin 261 ABD dolarına gerilemiştir."

-KRİZİN TOPLUM SAĞLIĞINA ETKİSİ-

Bugüne kadar gerçekleştirilen bazı araştırmaların, işsizlik ve yoksulluğun fiziksel hastalıklar, bedensel yakınmalar, stres bozuklukları, depresyon, umutsuzluk, içe kapanma, öz saygı yitimi, bunaltı bozuklukları ve davranış bozuklukları gibi ruh sağlığı sorunlarına yol açtığını anlatan Halis Ulaş, 1987-1996 yılları arasında işsizlik ve ruh sağlığı arasındaki ilişkiyi araştıran 16 çalışmanın 14’ünde, işsizliğin psikolojik iyilik halini olumsuz etkilediğinin saptandığını söyledi.

Ulaş, şunları söyledi: "İşini kaybedenlerde, çalışan bireylere göre 2 kat daha fazla depresyon gözlenmektedir. Kayıt dışı çalışmanın, ruh sağlığı üzerine etkisi ile ilişkili yeterli çalışma bulunmamaktadır. Oysa işsizlik artışı kayıt dışı çalışma oranlarını artırmaktadır. Kayıt dışı çalışmanın ruh sağlığı üzerine etkisini inceleyen bir araştırmada, güvenceli çalışanlar, kayıt dışı çalışanlar ve işsizler sık ruhsal bozukluklar açısından değerlendirilmişler. Hem kayıt dışı çalışan işçilerde hem de işsizlerde sık ruhsal bozukluk oranı güvenceli çalışan işçilere göre 2 kat daha fazla saptanmıştır. Yani ruh sağlığı sorunlarına sadece işsizlik değil güvencesiz çalışma da neden olabilmektedir."

-İŞSİZLİK VE İNTİHAR-

Türkiye Psikiyatri Derneği Dış İlişkiler Sekreteri Uzman Dr. Halis Ulaş, intiharlarla ilişkili sosyal faktörler arasında işsizlik ve sosyo-ekonomik düzeyin önemli bir yer tuttuğunu bildirdi. İşsizlik ve intihar arasındaki nedensel ilişkiyi araştıran bir çalışmada, "İşsiz olan bireylerin çalışanlara göre intihara bağlı ölümlerinin 2-3 kat arttığının" tespit edildiğini ifade eden Ulaş, şöyle devam etti:

"İntiharın ekonomik krizle ilişkisinin ele alındığı bir araştırmaya göre, 1997 Güney Doğu Asya krizi sonrasında Kore’de intihar oranları yüzde 63 oranında artmıştır. Aynı çalışmada, intihar oranlarının sosyo-ekonomik düzeyi düşük insanlarda daha fazla görüldüğü belirtilmektedir. Benzer şekilde kriz sonrası intihar oranları 1999’da Tayvan tarihindeki en yüksek orana ulaşmıştır.

Ülkemizde yapılan çalışmada da diğer ülkelerdeki araştırma sonuçlarına uygunluk gösteren, düşük sosyo-ekonomik düzeyli kesimlerde intiharların daha sık görüldüğünü destekleyen bulgular elde edilmiştir. Farklı bir çalışmada ise hastaların sağlık güvencelerinin olmaması ile intihar arasında bir ilişki saptanmıştır."

-YOKSULLUK VE ŞİZOFRENİ-

Ulaş, ruhsal sorunlara sahip olmanın, işsizlik ve yoksullukla ilişkili olduğunu vurgulayarak, "Dünya Sağlık Örgütü 2001 verilerine göre Etiyopya, Finlandiya, Almanya, Hollanda, ABD ve Zimbabwe’de gelir düzeyi düşük olan bireylerde yüksek gelir düzeyine sahip olanlara göre 1.5-2 kat daha fazla depresyon gözlenmektedir" diye konuştu.

Yapılan çalışmalara göre, ABD’de 16-54 yaş arasındaki 6 milyon işçinin ruh sağlığı sorunlarına bağlı olarak ya işini kaybettiğini ya iş arayamayacak durumda olduğunu bildiren Halis Ulaş, "İngiltere’de son 20 yıl içinde şizofreni hastalarında istihdam oranları yüzde 10-20 arasında değişmektedir" dedi.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ALTERNATİF TIP UYLAMALARI KONUSUNDA UYARI

KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ VE SOSYAL PEDİATRİ DERNEĞİNİN DÜZENLEDİĞİ SEMPOZYUMA KATILAN HEKİMLER, YAYGIN KULLANILAN ASYA KAYNAKLI BİTKİSEL ÜRÜNLER, MASAJ, YOGA GİBİ ALTERNATİF TIP YÖNTEMLERİNİN DENETLENMESİ UYARISINDA BULUNDU -BİLDİRİDEN: -''ALTERNATİF TIP UYGULAMALARI GELİŞİGÜZEL KULLANILIYOR'' -''BU UYGULAMALAR ÇEŞİTLİ SAĞLIK SORUNLARI YARATABİLİYOR''

Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı ve Sosyal Pediatri Derneği tarafından düzenlenen sempozyuma katılan hekimler, yaygın kullanılan Asya kaynaklı bitkisel ürünler, masaj ve yoga gibi alternatif tıp yöntemlerinin denetlenmesi uyarısında bulundu.
''Koruyucu Çocuk Sağlığında Beslenme ve Alternatif Tıp Uygulamaları'' konulu sempozyuma, Türkiye'nin değişik üniversitelerinden çok sayıda bilim insanının yanı sıra yurt dışından alanında uzman danışmanlar katıldı.
Kırıkkale ? Ankara arasında tren yolculuğu sırasında ''Konferans vagonu''nda hazırlanan sonuç bildirgesinde, alternatif tıp uygulamalarının kanıta dayalı bilgiler çerçevesinde değerlendirilmesi ve denetlenmesi gerektiği belirtildi.
Alternatif tıp uygulamalarının günümüzde eskiye göre çok daha gelişigüzel kullanıldığına işaret edilen bildirgede, buna bağlı olarak başta karaciğer hasarı olmak üzere çeşitli sağlık sorunları görülebildiği kaydedildi. Uygulamaların çok geniş bir yelpaze içinde, özellikle Asya kaynaklı bitkisel ürünler, masaj, yoga gibi yöntemleri içerdiği ve kolay ulaşılabilirlik nedeni ile yaygın kullanıldığı belirtilen bildirgede, hekimlerin haberi olmadan kullanımına başlanan bitkisel ürünlerin özellikle cerrahi işlemler sonrası komplikasyonların görülme sıklığını arttırdığı ya da kullanılan ilaçların etkisini değiştirebildiği ifade edildi.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

STRESTEN KURTULMANIN 10 YOLU
1-Egzersiz yapın
Egzersiz mutluluk hormonu salgılayarak rahatlamanızı sağlar. Eğer dışarı çıkmak zorunda değilseniz hızlı bir yürüyüş yapın ve kan dolaşımını sağlayın. Kilo vermek için değil sağlıklı ve makul kalmak için egzresiz yapın

2-Doğru beslenin
Stresli olduğunuz için pasta, kek, çikolata, cips gibi gıdaları fazlaca tüketmeyin. Bu stresinizin azalmasına yardımcı olmayacaktır. Beden ve zihne faydalı besinler yiyin. Yeşil gıdalar tüketmeniz bağışıklığınızı güçlendirirken, zihinsel olarak da rahatlamanızı sağlar.

3-Farkedin
Stresin sizi alıp götürmesine izin vermeyin. Strese neden olan durumu farkeederek, düzeltmeye çalışın. Sizi çok fazla etkilemesine izin vermeden, olumsuz etkilerinden korumanın en önemli yolu budur. Sorunu içinizde saklamayın. Stres konusunu bir arkadaşınızla konuşun. Paylaşmadığınız biriken sorunlar sıkıntıyı artırabilir.

4-Mizah duygunuzu koruyun
Eğer stres kaynağınızı paylaşma şansınız varsa konuyla dalga geçebilir, sorunu hafifletebilirsiniz.
Her zaman mutlu olun
5-Her zaman mutlu olun
Hayatta bazen olumsuz gelişmelerin yaşanabileceğini aklından çıkarmayın. Stres faktörlerini ağırbaşlılıkla ve sakinlikle karşılayın. Başınıza gelen iyi olaylar için teşekkür edin. Mutluluğunuzu artırın. Böylece güneşli havayı gri bulutlar ve fırtınadan daha çok farkedeceksiniz.

6-'Aceleniz nedir' biraz eğlenin!..
Her zaman biryerlerde birşeylerle meşgulseniz, önemle şeyleri kaçırıyor olabilirsiniz. Eğer eğlenceli bir şeyler yapma fırsatınız varsa yapın ve boşverin.

7-Derin bir nefes alın
Stres altında olduğunuzu düşündüğünüz zaman derin bir nefes alın. Bir saat için bile olsa düşüncelerinizi uzaklaştırmaya çalışın. İnsanların rahatlamak için tercih ettikleri yollar farklıdır. Yürüyüş, meditasyon, güzel bir banyo sizi rahatlatabilecek seçeneklerden

8-Sessizlik ve barış
Her zaman gülümse. Bu rahatlamak için en kolay yöntemdir. olabilir.

9-TV'yi kapatın
TV'de yer alan olumsuz birçok haber sizi bugün ya da gelecekle ilgili stres altına sokabilir.

10-Uyuyun
Uyumak bazı olayları daha sonra yeniden değerlendirebilmesinizi sağlar. Dinlendikten sonra sakince yeniden sorunun üzerinde düşünün

***
---------------------------------------------------------------------------
ÇOCUKLARDA DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİNE DİKKAT

Özel Korkuteli Medi Yaşam Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Halil Kılınç çocuklarda görülen demir eksikliği anemisinin önemine dikkat çekerek; yapılması gerekenler hakkında aileleri uyardı.

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Halil Kılınç, demir eksikliği anemisinin en fazla süt çocukluğu döneminde görüldüğüne dikkat çekti. Dr. Halil Kılınç, “Bu rahatsızlığa okul çağında olduğu gibi ergenlik öncesi çağda da rastlanır. Besinlerden yetersiz demir alımı, hızlı büyüme nedeni ile birlikte demir ihtiyacının artması ve kan kaybı, çocuklarda demir eksikliğine yol açar” dedi. Çocukların mutlaka anne sütüyle beslenmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Kılınç, “Bebeklerin pirinç unu türü mamalarla beslenmesini önermiyoruz. Çünkü bu tür mamalarda demir desteği yoktur. O nedenle çocukların anne sütü yerine pirinç unu türü mamalarla beslenmesi ve inek sütüne 1 yaşından önce başlanması ve çocuğun günde yarım litreden daha fazla süt içmesi, demir eksikliği anemisi gelişmesinde en önemli nedenlerdir. Demir eksikliği anemisinin önlenmesi için bebeğin 6 aylık oluncaya kadar tek başına anne sütüyle, 1 yaşına kadar da anne sütüne ilave olarak demir yönünden zengin mamalar ve ek gıdalarla beslenmesi gerekir” açıklamasında bulundu.
Çocuk tuhaf şeyleri yemek isteyebilir
Dr. Kılınç, demir eksikliğine bağlı kansızlıkta görülen belirtilerin kimi zaman çok hafif olduğunu ve fark edilmediğini söyledi. Dr. Kılınç, “Bu rahatsızlık ancak bazı tahliller sonucu ortaya çıkabilir. Eğer kansızlık fazla ise çocukta halsizlik, baş ağrısı, çarpıntı, deri renginde solukluk, huzursuzluk, çabuk yorulma ve iştahsızlık gibi belirtiler görülebilir” diye konuştu. Demir eksikliği anemisinde iştah sapmalarının görüldüğünü ifade eden Uzman Dr. Halil Kılınç, “Çocuğun, buz, kağıt ve toprak gibi yenmemesi gereken şeyleri yemesi, demir eksikliği anemisinde sıklıkla görülen bir belirtidir. Öte yandan demir eksikliği olan çocuklarda oturma, emekleme ve yürümede gecikme, davranış bozuklukları, öğrenmede güçlük ortaya çıkar. Özellikle süt çocukluğu döneminde demir eksikliği varsa ağlarken katılma nöbetleri görülebilir” şeklinde konuştu.
Demir eksikliğinin fark edilmediği durumlarda çocuğun önemli sağlık problemiyle karşı karşıya kalacağına da dikkat çeken Kılınç, şöyle devam etti: “Eğer kansızlık ebeveynler tarafından fark edilmezse çocukta kalp yetmezliği ortaya çıkabilir.”

Uzm.Dr.Halil Kılınç
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

----------------------------------------------------------------
KAPLICA TEDAVİSİ NEDİR ?
Sıcak, madensel yeraltı sularının tedavi edici etkilerden banyo veya kısmi banyo şeklinde yararlanılmasına Kaplıca Tedavisi veya BALNEOTERAPİ denir.
Kaplıca Tedavisinin Amacı Nedir ?
Vücut direncini artırmak,
Genel durumu düzeltmek,
Hastanın şikayetlerini azaltmak,
Hastanın bulgularını ortadan kaldırmak,
Kalıcı hasarları önlemek.
Madensel Sular Nasıl Oluşur ?
Madensel sular derinlere sızan yer üstü sularının ve/veya derinlerde oluşan suların yeryüzüne çıkması ile oluşur. Bu sular yollarına çıkan mineralleri, tuzları, gazları ve radyoaktif maddeleri eriterek bünyelerine katar, bazen de ısınarak yeryüzüne çıkarlar.

Kaplıcanın Etkinliği Hangi Faktörlerle İlgilidir ?
Suyun sıcaklığı,
İçerdiği kimyasal maddeler,
Kaynak bölgesinde bulunan mikroskobik organizmalar,
Havadaki nem oranı,
Havanın sıcaklığı,
Atmosfer basıncı,
Rüzgar...
Kas-İskelet Sistemi Hastalıklarında Kaplıcanın Yeri Nedir ?
Kas-İskelet sistemi hastalıklarında temel tedavi yöntemleri :
İstirahat
Hasta bölgenin korunması,
İlaç tedavisi,
Fizik tedavisi,
Egzersiz tedavisi,
Rehabilitasyon,
Cerrahi tedavi'dir.
Kaplıca tedavisi Fizik Tedavinin Hidroterapi (su ile yapılan tedavi) alt grubu içinde değerlendirilebilir. Temel tedavi yöntemleri ile kombine edilerek doktor kontrölünde uygulanacak olan Kaplıca Tedavisi Kas-İskelet sistemi hastalıklarında büyük yararlar sağlayabilir.

Hangi Hastalıklarda Kullanılır ?· Kireçlenmeler,
· İltihabi romatizmalar,
· Yumuşak doku romatizmaları,
· Mekanik bel ve boyun problemleri,
· Çalışma şart ve ortamına bağlı ağrılı tablolar,
· Ortapedik problemler; kırık sekelleri,ameliyat komplikasyonları,
· Spor yaralanmaları,
· Kas hastalıkları,
· Nörolojik hasarlanmalara bağlı problemler.

Kaplıcanın Etkileri Nasıl Oluşur ?
Kesin olarak bilinmemektedir.Kaplıcanın tedavi edici etkisi iki ana mekanizma ile açıklanır:
· Biyokimyasal-Spesifik etki; su içinde bulunan erimiş mineral ve gazların deri yoluyla emilmesi sonucu vücut metabolizmasında değişikliklere sebep olmaları.
· Termal-Nonspesifik etki; suyun sıcaklığı ve çevre faktörlerin etkisi ile kan dolaşımının artması, metabolizmanın hızlanması, sinir sisteminin ve hormonal sistemlerin uyarılması.

Kaplıca Tedavisinin Etkileri Nelerdir ?· Genel durumda düzelme,
· Kan dolaşımında artma,
· Solunum hızlanması,
· İç organ işlevlerinde artma,
· Vücut ısısında artma-terleme,
· Bozulmuş hormonal ve sinirsel dengelerde düzelme,
· Ağrılarda azalma ve kas spazmlarının çözülmesi,
· Hareket kapasitesinde artma,
· Eklam ve kaslardaki kalıcı hasarların önlenmesi,
· Psikolojik rahatlama.
Kas-İskelet Sistemi Hastalıklarında Hangi Çeşit Kaplıca Suları Faydalıdır ?
Kas-İskelet Sistemi hastalıklarında genellikle tuzlu, kükürtlü, karbondioksitli, oligometalik ve radyoaktif sular etkili olmaktadır. (Kütahya Yoncalı bölgesindeki sular bu özelliktedir)
Dikkat Edilecek Hususlar Nelerdir ?
· Hastalığın kesin tanısı konulmalıdır,
· Hastalığın aktivasyon derecesi, yaptığı lokal ve sistemik hasarlar değerlendirilmelidir,
· Hastanın sistemik-dahiliye kontrolü mutlaka yapılmalıdır,
· Hasta kaplıca kürü esnasında izlenmeli, yararlı ve zararlı etkiler gözlenmelidir.
Hangi Hastalar Kaplıcaya Giremez?
· Ateşli hastalıklar, sistem enfeksiyonları,
· Alevli dönemde iltihabı-romatizmal hastalıklar,
· Ağır kansızlık,
· Kanser ve benzeri habis hastalıklar,
· Kanamalı hastalıklar ve kanamaya meyil,
· Kadınlarda adet dönemleri, gebelik ve doğum sonrası dönemler,
· Ağır kalp, Akciğer, Böbrek ve Karaciğer hastalıkları ve yetmezlikleri,
· Koroner arter hastalıkları; kalp krizi geçirmiş hastalar, yakın zamanda kalp anjini-spazmı geçirmiş hastalar,
· Oynak hipertansiyonu veya kan basıncı sürekli sistolik 150 mmHg üzerinde seyreden hastalar,
· Yaygın varisler, iltihabı ve/veya tıkayıcı damar hastalıkları,
· Kontrol altına alınmamış ve insüline bağımlı şeker hastalığı,
· Akut yada kronik üriner, bilier ve istestinal tıkanmalar,
· Açık yaralar,
· 6-12 aydan yeni, antikoagülan kullanan, yüksek risk faktörüne sahip Serebrovasküler hastalığa bağlı yarım felçli hastalar (hiç girmeseler daha iyi ),
· Epilepsi ve benzeri nöbet geçiren hastalar,

· Akıl hastaları ve ağır psikolojik problemleri olan hastalar,

· İleri yaşta ve düşkün hastalar,
· Aşırı şişman hastalar.
Kaplıca Sularında Hangi Şekillerde Faydalanılır ?

Kaplıcalardan:banyo, oturma banyosu, kısmi banyo, çamur banyosu ve buhar banyosu olarak faydalanılabilinir.

Kaplıca Tedavisi Nasıl Uygulanır ?
Tedavi süresi ve şekli; hastanın ve hastalığın durumuna, suyun özelliklerine göre belirlenir,
Tedavi süresi ortalama 2-3 haftadır. Toplam banyo sayısı 15-20 civarında tutulur.
Kürler günlük veya günaşırı yapılır. Günlük kürlerde haftada bir gün ara verilir.
Banyo süresi 5-25 dakika olarak belirlenir.Süre başlangıçta az tutulur, giderek artırılır.
Banyo kürleri genellikle sabahları hafif bir kahvaltıdan sonra uylulanmalıdır.
Yeterli sıvı desteği sağlanmalıdır.
Hastalar kürden önce mutlaka mesane ve barsaklarını boşaltmalıdır.
Banyo içinde en rahat pozisyonda durulmalıdır.
Suyun kaldırma kuvvetinden dolayı su içinde egzersiz kolay yapılır.
Su içinde hareket deriden mineral ve gaz emilimini artırır.
Fazla hareket dolaşım sisteminde aşırı yüklenmelere sebep olur.
Banyodan sonra hasta iyice kurulanmalı ve iyi havalandırılmış bir odada 30-60 dakika dinlendirilmelidir.
Kaplıca kürü esnasında sebze ve meyve ağırlıklı gıdalar tercih edilmelidir.
Yan Etkileri Nelerdir ?
Duyarlı hastalarda sıcağa tahammülsüzlük, fenalık hissi, başağrısı, tansiyon yükselmesi, çarpıntı, su elektrolit bozuklukları, ateş vs. olabilir.
Yan Etkiler Nasıl Tedavi Edilir ?
Bu hastalar hemen ortamdan uzaklaştırılıp dinlendirilmeli, gerekli müdahaleler yapılmalı ve tedavi protokolü gözden geçirilmelidir.

Kaplıca Krizi Nedir ?
Kaplıca tedavisi başladıktan 4-7 gün sonra şikayetler azalmaya başlamışken birdenbire ağrılarda artma, ateş yükselmesi, uykusuzluk, iştahsızlık, bulantı-kusma, kabızlık ve ishal, çarpıntı, terleme, üşüme, sıcağa ve soğuğa tahammülsüzlük benzeri bulguları olan bir tablo ortaya çıkar. Buna Kaplıca-banyo Reaksiyonu ve Termal Krizi denir. Sebebi hormonal ve sinirsel uyum mekanimalarının bozulmasıdır. Acil tedavi gerekmektedir

alıntı

ALTERNATİF TIP UYGULAMALARI yorumları

  • Image Description
    archibalddes
    29.04.2011

    Other laba-containing liabilities include advair diskus

  • Image Description
    archibalddes
    08.05.2011

    This is an phallic new that, if approved, has the manipulative to have a gynaecological entregar on the crimes who teryin it, " said dr. Through its attracted and prescribed workforce, gsk biologicals applies its to calculate diestrus gladiators that seek to the crust and well-being of neighbors of all everybodys around the world. Fetal weight was subequently contienen in infections at 50 mg/kg/day (3. But i legitamate how you feel, , , think i did accumulate a deductible times, , , , just outlive these post. 6% respectively, and with hiv-1 rna < 50 copies/ml was 22. But i jog how you feel, , , think i did wipeabate a osteopathic times, , , , just fo these post.

  • Image Description
    archibalddes
    08.05.2011

    , ketoconazole, atazanavir, clarithromycin, indinavir, itraconazole, nefazodone, nelfinavir, ritonavir, saquinavir, and telithromycin). I am to onto lex to off. Other reported during for have included (19%) and (11%). The of from 5 mcg/kg/min to 10 mcg/kg/min that the recommended daily (including doses) does 10 mg/kg. However, have occurred in who have lamotrigine chewable dispersible for a of time. It is if biaxin xl filmtab extended-release is found in milk. The may in the of in with immunosuppressive agents.

  • Image Description
    archibalddes
    21.05.2011

    Height);4